Senenin trend rengi “vişne çürüğü” oluyor, tasarımcılar yıl boyu yarışıyor. Yaz yaklaşıyor, vişne desenli çantalar, tokalar, mobilyalar moda oluyor. Çehov’un Vişne Bahçeleri “perde” deyince, kapalı gişe oynuyor. Şiirlere konu oluyor, bir ressamın tablosuna anlam katıyor. Tatlılara giriyor, reçeli, hoşafı, likörü yapılıyor, dolmalarda şaşırtıyor, etin sosunda efsaneye dönüşüyor. Hâl böyle olunca, onu daha yakından tanımak, hikâyesini öğrenmek şart oluyor.

Pek çok kaynak, vişnenin anavatanını Hazar Denizi ve Kuzey Anadolu Dağları arasındaki bölge olarak gösteriyor. İran’ın kuzeyi ve Türkmenistan arasındaki bölgeden, Avrupa’ya yayıldığı söyleniyor.

Dört yaşında meyve vermeye başlayan vişne ağacı, 50 yıla kadar yaşayabiliyor. Meyve vermeden önce çiçeklendiği hali, insanı doğaya binlerce kez yeniden hayran bırakıyor. O nasıl bir güzellik!

Kalorisi çok az, A vitamini oldukça zengin. Eski insanlar biliyormuş işi; vişneyi her yemeğin içine katma âdetinin İran’dan başladığı sanılıyor ve etkisi Osmanlı’ya kadar geliyor. Osmanlı mutfağında vişne kebabı ve vişneli yaprak sarma, padişahlar tarafından inanılmaz bir talep görüyor. Et yemeğe çok düşkün kişiler için gut hastalığını önlemeye de yardımcı oluyor. Cildi nemlendiriyor, kansızlığı önlüyor.

“Meyve yemeğe katılır mı ayol!” diyenlere inat, yemek tariflerinde vişneye olan hayranlık çığ gibi büyüyor. Gelenekselleşmiş vişneli yaprak sarma tarifi de bizden olsun öyleyse… İyi ki varsın vişne!